Ateş, Güneş ve Ada

offf

Ateş, Güneş ve Ada bir insanın kendini gerçekleştirme öyküsü aslında. Yazar bunu, kişisel gelişim kitabı tadında değil şiirlerle, komik , hüzünlü, heyecanlı olaylarla, fark edişlerle anlatmış bu yüzden de müthiş keyifli bir kitap. Bloga yazarken tekrar okumak istedim o derece.

Ertürk Akşun’un tarzını çok sevdim. Bu yüzden “Yarım Kalan” kitabının siparişini verdim. Bekliyorum heyecanla 🙂

Taşranın sevilen çocuğu, büyük şehre okumaya gelir. Bildiği kurallar, ona hayran olan, her şeyini hoş görenler yoktur artık. Deneye deneye, düşe kalka yol alır. O yolu öyle güzel anlatıyor ki Ertürk Akşun, sanki içine giriyor insan kitabın.

Bana kahkahalar attıran ergen, bildiği cehennemi yaşamak yerine bilmediği cennetin peşine düşen cesur bir adama dönüşüyor.

Kitabın içinde birçok şiir, mektup,  söz var.  Çoğunu beğendim.  Sayısını abartmadan paylaşmaya çalışacağım.

En sevdiğim şiir:

şiir

En çok güldüğüm kısım:

 

ergen

 

Ergen kahramanımızın bu sözü beni kahkahalarla güldürdü. Tamam, biraz acımasız geliyor kulağa ama hiç öğüt dinlemek istemediğimiz anlar vardır hani karşımızdakiyse bir türlü susmaz. Herkesin kendi hatalarından ders aldığını , kendi korkularını öğüt diye aktardıklarını düşünce evet anlamlı bir söz. Ve bence komik. Yaşlanınca komik bulmayacağım muhtemelen 🙂

Burası “owwwww” dediğim kısım:

ÇOCUK VE YAŞAMAK

Anne devamlı  “DUR ! der çocuğa

“DUR”larla biçimlendirmek ister.

Dışarıda aka gürül gürül bir hayat oysa ki çocuğu bekleyen,

Anne gözyaşlarıyla durdurmaya çalışır çocuğu,

Gözyaşlarıyla biçimlendirmek ister.

Çocuk bir anneye, bir gözyaşlarına, birde dışarıda onu çağıran hayata bakar,

Baba zaten bir tedirginlik, bir bilinemezliktir.

baba içeride her şeye sadece gözleriyle biçim vermek ister, –

bakışıyla.

Çocuk sıkışır,

içeride bir baba gözleri, dışarıda koş gel diyen bir hayat …

Çocuk,

Arada babanın bakışında, annenin ağıdında, akan hayat arasında…

Halbuki hayat ne kadar engellenirse, ne kadar arada bırakılır,

yaşanmaz ise ölüme o kadar yakın olur. Ne kadar kısıtlanırsa yıkma

dürtüsü o kadar çok olur.

Yıkıcılık, yaşanmamış hayatın intikamıdır.

 

 

 

 

 

Göğü Delen Adam

 

Papalagi denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır. Ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse göğü delen anlamına gelir. Samoa'ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti. Yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik. O, göğü delip geçmişti.

Papalagi denince beyazlar ya da yabancılar anlaşılır. Ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse “göğü delen” anlamına gelir. Samoa’ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti. Yerliler bu beyaz yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın içinden çıkıp kendilerine geldiği bir delik. O, göğü delip geçmişti.

 

Biz şehirli insanlar kendimizi dışarıdan görebilseydik güler miydik ağlar mıydık halimize?

Ben gördüm. Tuiavii’nin sayesinde…

Göğü Delen Adam, Samoa’da birçoğumuzun adını bile duymadığı bir yerdeki (Pasifik Okyanusunda bir adaymış) kabile reisi Tuiavii’nin kendi halkı için aldığı notların Erich Scheurman tarafından derlenmesiyle oluşmuş bir kitap.

Mesleklerimiz, hayattan zevk almayışımız, sürekli düşünmemiz, paraya olan tutkumuz, hiç zamanımızın olmayışı, tüketme sevdamız.. Bu kitapta çok sade ve çocuksu bir anlatımla  hepsine yönelik eleştiriler var.  Kitabı güzel yapan da çocuksuluğu ve masumiyeti bence. Tuiavii’nin bizim yaşantımıza anlam veremeyişini okumak buruk bir gülümseme armağan edecek size.

Bu yazıda   beni  gülümseten ama aslında Tuavii’nin kendi halkına “kendinizi koruyun, özünüzü kaybetmeyin, onlarınki yaşam değil” dediği bazı kısımlara değineceğim sadece. Kısa bir kitap zaten alın, okuyun, ister gülün, ister hüzünlenin halimize. Dersler çıkarın. Daha az düşünmeye, hayattan daha çok keyif almaya çalışın. Size kalmış.

“Adalarımızın kardeşi olan gerçek bir adam işini neşeyle yapar, acıyla değil. Öyle yapacağına hiç yapmaz daha iyi. İşte, bizi beyazlardan ayıran budur. Papalagi işinin altında eziliyormuşçasına, iç çekerek söz eder ondan. Oysa Samua’nın delikanlıları şarkı söyleyetek giderler kulkas tarlalarına, genç kızlar şarkı söyleyerek yıkarlar ırmakta bel örtülerini. ”

Bu kısımda kendimi tutamayacağım. Haksızlık edilen bir kitle var burda. Canım, bizim de yazın hava güzelken  şarkı söyleyerek gittiğimiz oluyor işe. Gel de kış günü hava karanlıkken, soğukken şarkılar türküler söyleyerek git. Bunu Tuavii’nin kabilesi bile yapamaz bence. Hem orda soğuk da yok 🙂 

 

“Birçok beyaz adam,  kendisi için kazandığı paraları üst üste yığdıktan sonra bunları çok iyi korunan bir yere getirir. Sonradan da üstüne ekler durur. Günün birinde öyle bir an gelir ki kimsenin onun için çalışmasına gerek kalmaz. Çünkü parası tek başına onun için çalışır. Büyünün yardımı olmaksızın bunun nasıl gerçekleştiğini öğrenemedim, ama gerçek bu.”

” Gelgelelim Papalagi,öylesine çok düşünüyor ki, onun için düşünmek artık bir alışkanlık, bir gereksinim, neredeyse bir zorunluluk halini almış. Ha babam düşünmek zorunda. Düşünmeden, bütün organlarıyla birlikte yaşamayı beceremiyor artık. Diyelim ki güneş pırıl pırıl parlıyor “Güneş ne güzel parlıyor”  diye düşünmeye başlıyor.  Ama bu yanlıştır. Akıllı bir Samoalı güneşin sıcak ışıkları altında kollarını, bacaklarını gevşetir ve hiçbir şey düşünmez. Güneşi bir tek kafasıyla duymaz, elleriyle, ayaklarıyla, bacaklarıyla, karnıyla, bütün organlarıyla hisseder. Bırakır derisi, kolları, bacakları kendi başlarına düşünsünler. Kafa gibi olmasa da onlar da düşünürler mutlaka. “

“Papalagi’nin yaşamı, Savaii’ye elçi giden ve kıyıdan ayrılır ayrılmaz düşünceye koyulan bir adama benzer. Savaii’ye varmam ne kadar sürer acaba? düşünür, ama yolculuğunun akıp gittiği o güzelim çevresini görmez. …Diyelim ki küçük ya da geniş bir koya girdi, gençlerle birlikte deniz türküleri söylemek aklının ucundan bile geçmez ya da genç kızların keyifli şakalarına gülmek. Koyu ve dağ sırtlarını geride bıraktı mı, bu kez yeni bir düşünce sarar onu: “Acaba akşama kadar fırtına patlar mı?”… Sanki o yolculuğu hiç yapmamış gibidir. Çünkü düşünceleri bedeninden ve teknesinden uzaktadır hep. Upolu’da, kulübesinde de kalsaydı hiçbir şey değişmezdi.”

Zihni yavaşlatmak, anda kalmak, mindfullness bu kavramları artık çok sık duyuyoruz. Stresten uzak ve sakin kalabilmek, kendimizi iyi  hissetmek , hayattan keyif almak en büyük ihtiyaçlarımız oldu. Tuavii ve kabilesinden mutluluk verici ,sade bir hayat için  doğal birkaç öneri almak için de bu kitabı tercih edebilirsiniz.